top of page

PSİKANALİZİN POLİTİK DURUŞU

Güncelleme tarihi: 24 Haz

     Psikanaliz, bir tedavi yöntemi olmanın ötesinde, öznenin arzusunu merkeze alan ve dolayısıyla toplumsal normlarla çatışan radikal bir etik ve politik duruş içerir. Lacancı çalışma, bu konumu yalnızca klinik düzlemde değil, öznenin yer aldığı tüm söylemsel yapılar karşısında muhafaza etmeyi hedefler. Bu bağlamda, psikanalistin yalnızca bireysel semptomlarla değil, çağının ideolojileriyle de karşı karşıya olduğunu vurgular.


     Freud, psikanalistin tarafsızlığının, etik bir pozisyon olduğunu belirtir: “Analist, tarafsız ve yansız bir ayna gibi davranmalıdır” (Freud, 1912, The Dynamics of Transference). Ancak bu tarafsızlık, pasiflik değil, öznenin arzusu lehine bir müdahale etiğidir. Lacan ise analistin konumunu arzunun nesnesi olan ‘objet petit a’ ile tanımlar; analist, öznenin eksikliğiyle yüzleşmesine aracılık eden bir boşluk olarak işlev görür: “Analist, öznenin arzusunun ekseni üzerinde durmalı, objet a konumunu almalıdır” (Lacan, 1964, Seminar XI: The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis). Bu konum, analistin söylemin dışına çekilmesini değil, mevcut toplumsal söylemlerin özne üzerindeki etkisini ifşa eden bir müdahale imkânı sağlar. Jacques-Alain Miller, analistin etik konumunun bir “söz almayı” değil, bir “söz vermeyi” içerdiğini vurgular: “Analist, öznenin söyleminin içinden değil, onun dışarıda bıraktığı şeyden konuşur” (Miller, 2006, L’orientation lacanienne).


     Colette Soler ise psikanalistin politik konumunu şu sözlerle dile getirir: “Psikanalist, arzunun yasa tarafından düzenlenmesine değil, öznenin kendi yasasını tanımasına eşlik eder. Bu da onu, her tür ideolojik kısıtlamaya karşı politik bir konuma yerleştirir” (Soler, 2009, L’inconscient réinventé).


     Bu çerçevede analist, ne bir sosyal mühendis ne de bir etik vaizdir. Onun politikası, arzunun özgünlüğünü tanımak ve bunu bastıran her türlü toplumsal düzenlemeye karşı özneyi konuşmaya teşvik etmektir. Lacanyen yaklaşım, analistin bu konumu asla terk etmemesini, çünkü bunu yaptığı anda artık bir analist olmaktan çıktığını söyler.


     Psikanaliz, özneyi toplumsal belirlenimlerin ötesinde kurmaz; ancak o belirlenimleri çözümlemeye açar. Politik duruşu da tam olarak buradadır: Konuşmayı mümkün kılmak, bastırılanın geri dönüşüne alan açmak ve arzuyu yeniden düşünmek.


     Öte yandan demokratik olmayan ya da demokrasi adı altında işleyen ama katılımı, eleştiriyi ve ifade özgürlüğünü bastıran rejimlerde, psikanalistin konumu çok daha keskin bir anlam kazanır. Çünkü psikanaliz, doğası gereği "özgürleşmiş bir söz alanına" ihtiyaç duyar. Analitik süreç, öznenin arzusu ve bastırmaları hakkında serbestçe konuşabileceği bir iklim ister, bu iklimin yalnızca analiz odasında değil, toplumda da mümkün olması gerekir.


     Lacan, “analistin tarafsızlığı”nı bir suskunluk değil, toplumsal söylemin dayattığı anlamlandırmalar karşısında bir duruş olarak tanımlar. Yani analist, yalnızca bireysel düzeyde değil, söylem düzeyinde de egemen olanın karşısındadır. Eğer bir toplumda iktidar, arzuyu disiplin altına alıyor, dili sansürlüyor, öznelliği bastırıyorsa, analistin tarafsız kalması, aslında bu bastırmaya sessizce ortak olmak anlamına gelebilir.


     Jacques-Alain Miller, psikanalistin söylemin dışına yerleşmesini, tam da bu yüzden “politik bir pozisyon” olarak görür. Söylem çökerken, hakikatin bastırılması sistematikleşirken analistin suskunluğu da “taraflı bir suskunluk” haline gelebilir. Miller şöyle der: “Analist, herhangi bir söylem içinde yer almaz, ama o söylemin dışarıda bıraktığına kulak verir” (L’orientation lacanienne, 2006).


     Bu kulağını dışlanana verme hali, demokratik olmayan düzenlerde çok daha politik bir yük taşır. Çünkü orada dışlanan yalnızca bireysel arzu değil, toplumsal hakikat de olabilir: muhalif sesler, azınlık kimlikleri, travmatik tarihsel gerçekler…


     Colette Soler bu durumu çok açık ifade eder: “Psikanaliz, ancak eleştirinin mümkün olduğu bir yerde işleyebilir. Eleştirinin imkânsızlaştığı yerde, analist sessiz kalırsa, artık psikanalist değildir.” (L’inconscient réinventé, 2009).


     Yani analistin demokratik olmayan bir düzende “yalnızca klinikte kalması” olanaksızdır. Çünkü klinik de bu düzenin içindedir. Analist, analiz odasına giren öznenin arzularının, bastırmalarının, travmalarının toplumsal koşullarını inkâr edemez. Aksi takdirde psikanaliz, mevcut düzenin bir uzantısına, bir tür normatif aygıta dönüşür.


     Demokrasinin işlemediği, söylemin tekelleştiği, arzunun suç sayıldığı bir yerde, psikanalistin “tarafsız kalması” olanaksızdır. Analistin etik konumu, bu bastırmaya karşı öznenin sesi olabilme cesaretini de içerir.



KAYNAKÇA


Freud, S. (1912). The Dynamics of Transference, SE, Vol. 12.

Lacan, J. (1964). The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis, Seminar XI.

Miller, J.-A. (2006). L’orientation lacanienne: Le partenaire-symptôme.

Soler, C. (2009). L’inconscient réinventé. Paris: Éditions PUF.


 
 
 

Yorumlar


Randevu oluşturmak ve bilgi almak için aleynakalos@gmail.com e-mail adresinden ya da 05318201208 telefon numarasından iletişime geçebilirsiniz.

© 2024 Aleyna Kaloş. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page